Acqua Alta

Şükran Yiğit'in “Acqua Alta” başlıklı yazısı 9 Ocak 2013 Çarşamba tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Güzel bir kış günü, bir kızla sinemaya gidip her şeyden habersiz bir film seyredersin, çıktığında bir de bakarsın ki, her yer sular altında. Sonra kızı alırsın kucağına, en yakın bara taşırsın, orada dört saat suların çekilmesini beklersin. Beklerken konuşmalar derinleşir tabii! Sular çekildiğinde, bir de bakmışsın - Acqua Alta’ya şükür – tatlı bir kızla berabersin,” diyerek gülümsedi Allessandro. Venedikliler yüzyıllardır sonbahar ve kış aylarında şehrin büyük bir kısmını sular altında bırakan ve su yüksekliği doksan santimi geçince “Acqua Alta” diye adlandırdıkları bu gelgitte yaşamaya alışmışlar. Kasım ayı gelince lastik çizmelerini hazır edip günlük hayatlarını devam ettiriyorlar, tıpkı Luigi Frizzo gibi.

Luigi bütün dünyayı dolaşıp bundan on yıl kadar önce tekrar memleketine döndüğünde bir dükkan açıp şöyle bir tabela asıyor kapısına: Dünyanın en güzel kitabevine hoşgeldiniz! Acqua Alta kitabevinin adı. Eğer Venedik’in, dehşet verici bir turistik keşmekeşin hüküm sürdüğü göz kamaştırıcı merkezinden biraz uzaklaşarak, görece normal bir hayatın devam ettiği Castello’ya doğru yürürseniz, dar bir sokakta bir masanın üzerinde darmadağın duran kitapların ve dergilerin arasından uykulu uykulu size bakan iki kediyle karşılaşabilirsiniz. İşte o iki kedinin yanından geçip, adımınızı az ötedeki kapıdan içeri attığınız an dünyanın en güzel kaoslarından birisiyle gözgöze gelivereceksiniz. Kitaplarla dolu gondolların, kayıkların, küvetlerin, fıçıların arasındaki kasanın arkasında oturuyor olacak Luigi Frizzo ve aynı anda üç ayrı dilde konuşuyor olacak benim gibi afallamış ve hayranlık içerisinde bakmaya hangi köşeden başlayacağını düşünen şaşkın turistlerle. En başta eksantriklik olsun diye kullanıldığını düşünebileceğiniz o küvetlerin, kayıkların, gondolların aslında son derece pratik bir nedeni olduğunu, önce, kitapların aynı zamanda duvar ve merdiven olarak kullanıldığı bir kitap labirentinin içinde yolunuzu kaybetmeyip, geçerken küçük, güneşli bir terasta oturup, sonra yine bir labirente girip oradan nihayet dükkanın arka kapısına kadar sağ salim varabildiğiniz anda anlayacaksınız: Çünkü o zaman dükkanın diğer kapısının doğrudan bir kanala açıldığını göreceksiniz. Ve Venedik Acqua Alta’nın yönetimine girdiği an lastik çizmeleriyle işine devam ediyor olacak Luigi Frizzo. Kitaplar ise küvetlerde ıslanmadan, sadece Venedik’in bütün köşelerini tutan o rutubet kokusuyla atlatacak gelecek Acqua Alta’ları.

Özelikle antika ve ikinci el kitaplar söz konusu olunca, elbette Venedik geçmişin, ihtişamın ve çürümenin bütün izlerini taşıyan birçok kitapçı barındırıyor. Ama ilk elde hiçbirisi kaderini yaşadığı şehrin kaderiyle birleştiren Acqua Alta kadar gülümsetip, şaşırtmıyor insanı.
Frankfurt’un kitapçıları ise ne yazık ki Acqua Alta kadar şanslı değil. Büyük bir zincirin parçası olmayan, ancak vitriniyle, öne çıkarttıklarıyla, sürekli bulundurduğu kitaplar ve müdavimleri ile ana akımdan ayrılıp, kentin kültürel hayatına farklı renkler getiren, şehrin yalnızlaştıran anonimliğinde, yaşanmışlığın köşe taşlarından biri olan küçük kitabevleri birer ikişer şehrin haritasından siliniyor. Yedi sekiz sene önce adını Walter Benjamin’in Pasajlar’ından alan Passagen kitabevinin can çekişmesi hemen yanında başlayan büyük bir inşaatın tozu dumanı ve gürültüsü ile başlamıştı. Bunun üzerine kitabevi, inşaatın iskelesine sıra sıra Thomas Mann’dan, Hannah Arendt’ten ve yine Benjamin’den alıntılar asarak bir süre için de olsa kitapseverlerin dikkatini çekmeyi başarmış ve birkaç yıl daha hayatta kalabilmişse de, bir süre sonra zamanının ruhuna teslim olup iflas etmekten kurtulamamıştı. Birkaç ay önce ise tam 101 yıl önce bir kırtasiye olarak başlayıp, yıllar içerisinde çocuk ve gençlik edebiyatı konusunda şehrin en özgün kitapçılarından biri haline gelen Naacher kapattı kapılarını. Arkasında kendisini hiçbir zaman tanıyamayacak şanssız çocuklar ve oradan aldıkları kitaplarla büyüyen buruk okuyucalar bırakarak.

Ben ise inatla, okumak istediğim kitapları, pazarın kurulduğu köşedeki kitapçıdan alıyorum hâlâ. Ve her seferinde müdavimlerine “bırakın, o kitap hiç size göre değil,” veya “bakın size yepyeni bir sürprizim var,” ya da “o kitabı ben okumadım ama arkadaşım okudu, o size yardımcı olsun” diyen ve kapalı olduğu saatlerde kapısına, “acil bir işim çıktı,” diye not bırakan insanların hâlâ bu dünyada bir kitapçı olarak hayatlarını sürdürmelerinin mümkün olduğuna sevinip, bu insanların çağımızın gerçek kahramanları olduğunu düşünerek!